“Estetik ve siyaset: ‘sol imge ve özne’” metninin
yorumlanacağı bu yazıda bugünün örnekleri üzerinden, yazarın yaptığı alıntılara
ve çıkarımlarına da yer verilerek, yeni bir anlayış kurulmaya çalışılacak ve
“ne yapmalı” konusu yeniden tartışmaya açılacaktır.
İlk örnek Bahriye Kabadayı’nın yönetmeni olduğu
“Devrimci Gençlik Köprüsü – Eski bir masal değil, 68” adlı belgeselin
içeriğinden. Belgeselde 68’de devrimci gençlerin İstanbul boğazına yapılacak
köprüye karşı çıkışı ve bunun yerine ülkenin her yerinde eşit gelişimin
olmasını savunarak, hala insanların Zap nehrinin suyuna kapılarak öldükleri
Hakkari’deki Zap nehrine bir köprü yapmak için kampanya başlatmaları ve
yaklaşık üç ay oraya gidip köprüyü inşa etmeleri anlatılıyor. Köprü 99 yılına
kadar köylüler tarafından kullanılır durumdaymış, 99’da ise bombalanarak
yıkılmış, öyküsü ise civarda hala yaygın olarak bilinmekte ve anlatılmakta. Köprünün
bugün orada tam da bir siyasi imge olarak varlığını koruduğunu söylemek yanlış
olmaz. Köylülerin köprü yıkılmış olsa da yolda inecekleri yeri “gençlik
köprüsü”nün ilerisinde-gerisinde diye tanımlamaları belki de köprünün inşasının
köyün tarihinde önemli bir yere sahip oluşundan ileri geliyor ancak bir
taraftan da yapılan röportajlarda görülüyor ki herkes onun oraya “devlet”
yapmıyorken “komünist” denen gençlerin emek verip yaptıklarının farkında. Köprü
işlevsel olarak ilk yapıldığında büyük bir öneme sahip olsa da birkaç yıl sonra
devletin o önemi azaltmak amaçlı orada birçok köprü çalışması olmuş; ki en son
olarak köprü bilinmeyen birileri tarafından yıkılarak tamamen işlevsiz bir
konuma getirilmiş. Anlaşılan şu ki bugün oradaki varlığının köylülerce dile getirilerek
sürdürülmesi köprünün, yalın bir şekilde, yapılmasındaki öncelikli amaca hizmet
ettiğini gösteriyor. Bir başka deyişle, bu görsel imge yapıldığı zamandaki
anlamıyla olmasa da siyasi bir etki bırakmayı sürdürüyor. Hem bu etkinin ne
şekilde sürdüğünü, hem de siyasi imgelerin toplumca anlamlandırılma sürecini
köprünün değişime uğrayan inşa hikayesinde bir parça yorumlamak mümkün. Köprüyü
kimlerin yaptığı sorulan köylüler, köprünün yapımında orada bulunamayan ancak
katledilmeleri ve idamlarıyla solun simgeleri haline gelmiş devrimcileri
sayıyorlar. Deniz Gezmiş vardı, Hüseyin vardı, Mahir Çayan iriyarıydı şeklinde
anlatıyorlar öyküyü. Hatta söylencelerinde Deniz Gezmiş için Kürtçe “gezen
deniz” demektir diyerek, bu isimle bütün devrimcileri tek bir imgede
bütünleştiriyorlar aslında. Devrimci gençlik köprüsü başlı başına bir imgedir denebilir
ancak bu durum gösteriyor ki köprü aslında solun siyasi imgeleriyle,
sembolleriyle yaşıyor. Çünkü köprünün varlığı bu siyasi imgelerle anıldıkça
solla ilişkilendirilecek ve belli bir anlam kazanabilecektir. Yani şunu
söylemek mümkün ki solla ilişkilendirilen herhangi bir imge de ancak dünyada
solun varlığı ve onu sahiplenmesi ile bir anlama kavuşacaktır. Buradan yola
çıkarak metindeki “siyasi imgeye maruz kalan öznelerin giderek siyasileşmesi
umudu” taşınmasının çok anlamlı olmadığı eleştirisi kısmen doğru olmakla
birlikte, solun zayıfladığı zamanlarda “sıradanlaştırılmış ve tarihe gömülmüş”
imgelerinin, solun hareketlenmesi durumunda meşruluğun devamındaki etkisinden
dolayı olumlu bir role sahip olacağını söylemek de mümkündür. Yani siyasileşmenin
imgeler etkisiyle değilse bile, imgelerin işlerliliğinin siyasileşmeyle olacağı
iddia edilebilir. Bu çıkarımlara örnek vermek gerekirse dünyadan Che imgesinin
silinmesinin ancak “sol”un tamamen ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağı
varsayılabilir. Yani Che imgesi örneğinin aşırı! bir çoğaltma ve yayılmasının
eleştirisine karşın varlığına -kime ne ifade ettiğinden bağımsız bir şekilde-
Küba’daki sol iktidarın varlığının bir göstergesi olarak başlı başına bir önem
atfedilebilir.
Bu noktada imgeyi çoğaltarak “yozlaştırma”, düzen
içi bir renk olarak sunma tartışmasına değinmek gerekiyor. Metinde yapılan
alıntıda imgenin çoğaltılması, erişebilirliliğinin artışı, böylece bir anlamda
“kutsal”lığının ortadan kaldırılmasının demokratikleşme
olarak adlandırılabileceği söyleniyor. Ancak Sovyet örneklerinden yola
çıkılarak siyasi imgede çokanlamlılığın engellenmesi çabası nedeniyle bunun
sadece çoğaltmayla gerçekleşmeyeceğinin altı çiziliyor. Çoğaltma ile demokratikleştirme
çabası sanat eserleri için sosyalist bir
cephede görünüyor. Siyasi imgeler içinse “çoğaltma” demokratikleştirme
ihtiyacından çok bir zorunluluk gibi görünüyor. Metindeki tek anlamla sınırlama
çabası eleştirisi kısmen anlaşılır olmakla birlikte, siyasi olarak “sunulan”
bir imgenin demokratik olma gereğinin çok da anlamlı olmadığı iddia edilebilir.
Metnin ilerleyen bölümlerinde varılan çok anlamlılığın aslında kaçınılmaz oluşu
tespiti ise önemli bir nokta olarak değerlendirilmelidir. Yaratım sürecinde tek
anlam atfedilen imgelerin kendi dolaşım ve yeniden yaradılışları sürecinde
öznelerine ve nesnel koşullara bağlı olarak çokanlamlılıklarına kavuşacakları
söylenebilir ancak ilk yaratıcının bundan bihaber olduğu ve buna karşı olduğunu
söylemek ne kadar geçerlidir? Buradan yola çıkarak başa yani Sovyetlerin çok
anlamlılığı engelleme çabasına dönersek, yaratımında bir tek anlam atfedilerek
hayata getirilen imge, çok anlamlılıktan kurtulamazken, bu çok anlamlılığın
engellenmesi için bu tür bir yaratım sürecinin uygulandığının da iddia
edilemeyeceğini söyleyebiliriz.
Ne yapılacağına gelirsek, öncelikle metinde
örneklendirilen siyasi imgelerin bazı açılardan farklı sınıflandırılarak
değerlendirilmesi gerekliliği ile başlamak zihin açıcı olabilir. Örneğin Che
imgesinin günümüzde “yaşayan” sol bir iktidarla daha çok bağı varken, Sovyet
imgeleri tarihte büyük bir zaferin sonucuyken şu gün çözülmüş bir iktidarı
gösteriyordur ve belli bir süreç geçirerek bugünkü dolaşımına ulaşmıştır; yada Türkiye’deki
sol siyasi imgeler üstü örtülen kapatılan bir dönemin kendini hatırlatmasıdır ve
imgenin yorumlanışı bakımından diğerlerinden daha farklı bir önemdedir
denilebilir. Yazıya, bu ayrıştırmanın sonucu olarak özel bir koşul olan Türkiye’nin
sol siyasi imgelerinin Türkiye’den nasıl göründüğünün yorumlanması ile devam
edilebilir.
Türkiye’ye son dönemde filmlerle dizilerle bir dönem
tekrar anlatıldı, bu anlatım devrimciler tarafından değil sinemacılar
tarafından -zaman zaman bir aşk hikayesinin fonunda- yapıldı. Bu anlatılara
soldan verilen tepkiler çok da net olamadı, çünkü bunun ne anlama geleceği
tartışmalıydı. Ancak gazetelerde Deniz Gezmiş “genç kızların sevgilisi” olarak
haber yapıldığında ciddi bir durum yaşandığı düşünüldü. Oysa ki bir taraftan
metinde de geçtiği üzere afişlerdeki Deniz Gezmiş yasaklanıyor, toplatılıyordu.
Öte taraftan afiş yasaklayan faşizan tutum – pek yorumlayamasa da- komünist
Nazım’ın şiirlerini okuyordu kürsüden (1). Diğer bir yandan devrimcileri
anlatan kitaplar kapış kapış satılıyordu. Tüm bunlarda belirlenmesi gereken en önemli
noktanın Türkiye solunun ve mücadelesinin meşruluğunun devamı olduğu
söylenebilir. Yıkılmak istenen veya yıkılmasından korkulan da olsa olsa budur.
Oysa ki bu meşruluğu ortadan kaldırabilecek olanın sistem tarafından bozulan
imgeler değil; ancak solun kendisi olabileceğini iddia etmek çok daha gerçekçi
olacaktır. Buradan yola çıkarak sol ancak ve ancak siyasetini etkinleştirdiği
zaman zaten ona ait olan imgeler, çok anlamlılıklarıyla da olsa onun lehinde
işlev görecektir demek mümkündür; yani yozlaşma imgelerin suçu veya sistemin
becerisinden çok solun eksikliğidir. Düzen bütün siyasi imgelerini altüst
ederken, solun işi elbette ki “o bana ait” diye bağırmak değil. Solun ihtiyacı
olan bir geri kazanmak yada tamamen altüst etmekten çok bugüne seslenerek dünü
sahiplenmek olabilir. Geçmişle uğraşmayı bırakıp “bugünü dönüştürmenin
biçimlerinin sonsuzluk alanına” girmek ise imgeler açısından devrimci bir
girişimi öncülüyor ancak bunu başarmanın öncelikli şartı siyasi bir girişim ve
devrimci bir durum gibi görünüyor; çünkü
siyasi imgeleri siyasi etkinlikten soyutlamak mümkün değildir, yani bu girişim
ancak böylesi bir durumda toplumsal bir karşılığa ulaşabilir. Bu birincil
siyasi etkinlik şartını gerçekleştiremeyen ancak imgelerde böyle bir işe
kalkışan sol ise “Karl Marx” ve “Karly Marky” markalarının (2) yayılmasına
seyirci olarak “marjinal” bir konuma itilir.
(2)http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1092629
Ön Okuma:
Şişman, O., "Estetik ve Siyaset: 'Sol' İmge ve Özne", der. Armağan Öztürk, Yeni Sol Yeni Sağ içinde, 2010, Phoenix Yayınları, Ankara.
Melike Mühür
Ön Okuma:
Şişman, O., "Estetik ve Siyaset: 'Sol' İmge ve Özne", der. Armağan Öztürk, Yeni Sol Yeni Sağ içinde, 2010, Phoenix Yayınları, Ankara.
Melike Mühür
Meaning in Design dersi ödevi- ODTÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder