27 Ekim 2015 Salı

YÜRÜMEK

Yürüyüşü yazmaya başladığım an, kendine has büyüsü bozuluyor. Çünkü yürüyüş, geçişi, arada olma halini hissettiriyor; etkisi kesin yargılara, sonlandırılmış cümlelere sığmıyor. Benim için yürümek yalnız kalmakla başladı, kalabalık halinde yürümenin adı yürümek değildi. Bir şehri gün boyu yürüdüğüm de oldu, 'normal'i taşıtla gitmek olan bir yola çıktıktan sonra yürümeye karar verdiğim de.

Hepsinde de yürümek, hayatı izlenebilir bir hıza düşürmek anlamına geliyordu. Aldığım yol, geride bıraktığım zaman, işte somut olarak da oradaydılar. Yürüdükçe, arkama dönüp, geçmişimi çok yakınımda görmem olanaklı oluyordu. Mekanın içinde yarattığım anları, kendi hızımda kaydedebiliyordum. Aynı yerden bir sonraki geçişimde aynı anı yakalayamayacağımı bilerek. Her ayrı geçişin, zamanı, gözle görülebilir hale getirdiğini keşfederek. Değişen yol, değişen hava, değişen ben. Bir 'anı' yarattığını, o anın içinde idrak edebildiğin yegane yol olabilir yürümek. Bu nedenle yürümek, bir yandan da anı biriktirmenin hüznünü hissettirebilir.

Kendi hızımla yol almak, sabit ve kararlı kabuğumu kırarak beni uyandırır. Uyanmak için yalnız olmam, yalnız yol almam gerekir. Her şeyi detaylarıyla hatırlamam, yalnızlığın rüyayla karışık, kendi kendine konuşmalarla bölünen yürüyüşlerinde mümkündür ancak. Yürürken herkese göre bir ağız edinebilirim; değişebilir, "ayak" uydurabilirim. Yeni ile devinen varlığım farklı yerlerin akışıyla biçimlenir. Yürümek, bedenin bütünlüğünde hükümdarlık eden aklı yerinden etme gücü gösterebilir, aklım başka şeylerle meşgulken ayaklarım aklımın yerine de karar verebilir hale gelebilir.

Yürürken yüküm ağırlaşır. Bir defasında yeni bir şehre, sırtımda delik bir çantayla gitmiştim. Eşyaların dökülme ihtimali, yükün azalması aynı anda hem tehlikeli, hem rahatlatıcıydı. Yol kısa, yolculuk bir kaç günlük olduğundan bu riski alabileceğim sonucuna varmış olmalıyım. Yürüyüş sonunda çantamdan bir iki parça kıyafeti düşürdüğümü fark ettim. Normalde üzülecektim. Ama bu sanki bir çeşit iz bırakmaydı. Benim olanı, sabit olanı da gezdirmiş, yola kendimden bir şeyleri bırakarak devam etmiştim. Durumdan pek rahatsız olmadım, bıraktıklarımın yasını tutmadım. Oysa dururken kaybolan eşyalar bunun tam tersi bir etki yaratırdı. Böylece yürümek, hareket halinde olmak, kaybedeceklerini memnuniyetle vermek, mülksüzleşmeyi göze almak demek oluyordu.

Yürümek, hızı bedenin sınırlarını aşmayan yolculuk biçimi, en güvenlisi de aynı zamanda. Arabanın ağır sorumluluğunun aksine, yürürken çevremle ilişkim yumuşaklaşır. Çevremi en az biçimde yok ederim, ondan en çok biçimde etkilenirim. Hızım her zaman durabileceğimin üzerine çıkmaz. Her an, acilen bakmak istediğim bir çiçeğe veya duvar çatlağına durup bakabilmem ve hatta dokunabilmem olanaklıdır. Bir süre sonra ayaklarım aklımdan farklılaşır, kendi aklına kavuşur. Gözün gördüğü acil durumlar dışında başına buyruk yol alır.

Yürüyüş, an be an baktığım açıyı değiştirir, dünyayı ve nesnelerini benim için üç boyutlu hale getirir. Yürüyüş, diğer boyutları araması nedeniyle, acaba kübist midir?

Ön Okuma:
Breton, D. (2000). Yürümeye Övgü. Sel Yayıncılık, 2. Baskı. Çeviri: İsmail Yerguz. 

Melike Mühür
Beden ve Mekan Temsilleri dersi ödevi- MSGSÜ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder