Yürüyüşü
yazmaya başladığım an, kendine has büyüsü bozuluyor. Çünkü yürüyüş, geçişi,
arada olma halini hissettiriyor; etkisi kesin yargılara, sonlandırılmış
cümlelere sığmıyor. Benim için yürümek yalnız kalmakla başladı, kalabalık
halinde yürümenin adı yürümek değildi. Bir şehri gün boyu yürüdüğüm de oldu,
'normal'i taşıtla gitmek olan bir yola çıktıktan sonra yürümeye karar verdiğim
de.
Hepsinde de
yürümek, hayatı izlenebilir bir hıza düşürmek anlamına geliyordu. Aldığım yol,
geride bıraktığım zaman, işte somut olarak da oradaydılar. Yürüdükçe, arkama
dönüp, geçmişimi çok yakınımda görmem olanaklı oluyordu. Mekanın içinde
yarattığım anları, kendi hızımda kaydedebiliyordum. Aynı yerden bir sonraki
geçişimde aynı anı yakalayamayacağımı bilerek. Her ayrı geçişin, zamanı, gözle
görülebilir hale getirdiğini keşfederek. Değişen yol, değişen hava, değişen
ben. Bir 'anı' yarattığını, o anın içinde idrak edebildiğin yegane yol olabilir
yürümek. Bu nedenle yürümek, bir yandan da anı biriktirmenin hüznünü hissettirebilir.
Kendi hızımla
yol almak, sabit ve kararlı kabuğumu kırarak beni uyandırır. Uyanmak için
yalnız olmam, yalnız yol almam gerekir. Her şeyi detaylarıyla hatırlamam,
yalnızlığın rüyayla karışık, kendi kendine konuşmalarla bölünen yürüyüşlerinde
mümkündür ancak. Yürürken herkese göre bir ağız edinebilirim;
değişebilir, "ayak" uydurabilirim. Yeni ile devinen varlığım farklı
yerlerin akışıyla biçimlenir. Yürümek, bedenin bütünlüğünde hükümdarlık eden
aklı yerinden etme gücü gösterebilir, aklım başka şeylerle meşgulken ayaklarım
aklımın yerine de karar verebilir hale gelebilir.
Yürürken
yüküm ağırlaşır. Bir defasında yeni bir şehre, sırtımda delik bir çantayla
gitmiştim. Eşyaların dökülme ihtimali, yükün azalması aynı anda hem tehlikeli,
hem rahatlatıcıydı. Yol kısa, yolculuk bir kaç günlük olduğundan bu riski
alabileceğim sonucuna varmış olmalıyım. Yürüyüş sonunda çantamdan bir iki parça
kıyafeti düşürdüğümü fark ettim. Normalde üzülecektim. Ama bu sanki bir çeşit
iz bırakmaydı. Benim olanı, sabit olanı da gezdirmiş, yola kendimden bir
şeyleri bırakarak devam etmiştim. Durumdan pek rahatsız olmadım,
bıraktıklarımın yasını tutmadım. Oysa dururken kaybolan eşyalar bunun tam tersi
bir etki yaratırdı. Böylece yürümek, hareket halinde olmak, kaybedeceklerini
memnuniyetle vermek, mülksüzleşmeyi göze almak demek oluyordu.
Yürümek, hızı
bedenin sınırlarını aşmayan yolculuk biçimi, en güvenlisi de aynı zamanda.
Arabanın ağır sorumluluğunun aksine, yürürken çevremle ilişkim yumuşaklaşır.
Çevremi en az biçimde yok ederim, ondan en çok biçimde etkilenirim. Hızım her
zaman durabileceğimin üzerine çıkmaz. Her an, acilen bakmak istediğim bir
çiçeğe veya duvar çatlağına durup bakabilmem ve hatta dokunabilmem olanaklıdır.
Bir süre sonra ayaklarım aklımdan farklılaşır, kendi aklına kavuşur. Gözün
gördüğü acil durumlar dışında başına buyruk yol alır.
Yürüyüş, an be an baktığım açıyı değiştirir, dünyayı ve nesnelerini
benim için üç boyutlu hale getirir. Yürüyüş, diğer boyutları araması nedeniyle,
acaba kübist midir?
Ön Okuma:
Breton, D. (2000). Yürümeye Övgü. Sel Yayıncılık, 2. Baskı. Çeviri: İsmail Yerguz.
Melike Mühür
Beden ve Mekan Temsilleri dersi ödevi- MSGSÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder